24 Mayıs 2014 Cumartesi

Yapmadan Dönme

Munzur Vadisi Milli Parkını Gezmeden,

Dertlere deva doğal ortamında kendiliğinden yetişen yaban “Dağ Sarımsağı”nı alıp-yemeden,

Kutudere Mesire yerinde kavurma yemeden,

Yaz aylarında Pülümür Suyunda yüzüp serinlemeden,

Munzur Suyunun çıkış yeri olan Ovacık İlçesinde bulunan 40 Gözeleri görmeden ve orada piknik yapmadan,

Ülkemizde tanınan meşhur “Şavak Tulum Peyniri”ni almadan,

Munzur Vadisi Milli Parkındaki ve Pülümür Vadisindeki yabanıl yaşamı fotoğraflarla belgelemeden,

Arıların Pülümür Vadisinde bulunan yüzlerce çeşit çiçeklerden ürettiği doğal ve eşsiz lezzetteki her derde deva “Pülümür Balı”nı almadan

Nazımiye Dereova Şelalesinin eşsiz güzelliği altında dinlenmeden,

Ve güler yüzlü, hoşgörülü, konuksever Dersim insanıyla tanışmadan,

...dönmeyin.

Evlenme Gelenekleri


İlimiz ve ilçelerinde küçük farklılıklarla da olsa aşağıda anlatılan evlenme gelenekleri geleneksel bir köy düğününü ifade etmektedir. Ancak günümüzde toplumsal yapı çok hızlı bir değişiklik yaşadığından kent merkezleri bir yana köylerde dahi aşağıda anlatıldığı şekilde bir düğün görmek hemen hemen olanaksız gibidir. Ancak geçmişte de kalsa bilinmesi açısından geleneksel bir evlenme olayı aşağıda anlatıldığı gerçekleştirilmektedir.

Kız İsteme (Dünür Gitme)
 
Evlenmeler geleneğe göre görücü usulde yapıldığı için, erkek tarafı beğendiği kızın ailesine dünür gönderir. “Allah’ın emri, peygamberin kavli ile” kızı ailesinin büyüğünden ister. Eğer yanıt olumlu ise iki taraf arasında söz kesilir ve aralarında nişanın şartları konuşularak bir tarih üzerinde anlaşmaya varılır.

Nişan
 
Erkek tarafı nişan hazırlıklarını gördükten sonra belirlenen tarihte ileri gelen bazı yakınları ile birlikte kızın tarafına gider. İki taraf arasında sohbet devam ediyorken uygun bir ortamda erkek tarafı tekrar Allah’ın emri ile kızı oğlana ister. Olumlu yanıt geldikten sonra nişan için getirilen takılar takılır. Şerbet içilir, daha sonra kız babasından şartlarının ne olduğu, başlık parası isteyip istemediği sorulur. Kız babası günün şartlarına göre belli oranda başlık ister. Oradaki cemaat erkek tarafının mali durumuna göre itirazda bulunur ve başlık parasının makul bir düzeye indirilmesi istenilir. Neticede arabuluculuk yapan hatırlı kişilerin yardımı ile başlık konusunda uzlaşma sağlanır. Kız tarafı aldığı bu başlık parasının büyük bir bölümü ile kızının çeyiz ve düğün masraflarını karşılar. Daha sonra düğün günü konuşulup karara bağlanır ve arkasından misafirlere kız evi tarafından yemek verilir. Anlaşma sağlanmadan kız tarafının yemeği yenmez, aksi takdirde yemek protesto edilir. Nişana uzaktan gelinmiş ise o gece misafir kalınır. Yakın ise herkes evine döner.

Düğün
 
Düğün gününden birkaç gün önce erkek tarafından kız evine elçi gönderilir. Herhangi bir olumsuzluk olup olmadığı sorulur. Engel bir durum yok ise, davetiyeler (mum) özel görevliler kanalı ile dağıtılarak düğün günü duyurulur. Geleneğe göre düğünler davul-zurna eşliğinde üç gün, üç gece devam eder. Düğünlerin Salı günü başlayıp Perşembe günü akşamı bitirilmesine özen gösterilir veya Cuma günü başlar, Pazar günü akşamı son bulur. Düğün Salı günü başlayacaksa, en geç bir gün önceden iki tarafın anlaştığı şekilde bir veya iki adet küçükbaş hayvan, tereyağı, şeker, çay, tuz ve yeterince un erkek tarafınca hazırlanır ve kız evine gönderilir. Davetliler erkek tarafına giderlerken düğün evinin dışında davul-zurna ekibince karşılanır. O sırada davulun üzerine para atılır. Akşam yemeğinden önce davul-zurna kapı kapı gezip komşuları düğüne davet eder. Salı günü erkek tarafı kendi çevresine, kız tarafı da kendi çevresine akşam yemeğini verir ve davul-zurna eşliğinde eğlenirler. Çarşamba günü erkek evinin bayanlarından asgari beş-altı kişi geleneksel giysileri içerisinde atlara binerek, kalabalık bir davetli gurubu ile birlikte gelini almak üzere kız tarafına giderler.
Kız tarafı, erkek tarafından gelen davetli gurubunu karşılarken her aile gücüne göre üç ile beş kişilik guruba sahip çıkarak sen bu akşam benim misafirimsin der ve misafirini evine götürür. Bir çay içirerek konaklama yerini gösterir. Daha sonra beraberce düğün evine giderler. Düğün evine çevreden giden becerikli davetliler tarafından çeşitli seyirlik oyunları düzenlenir ve davul-zurna eşliğinde yöresel halk oyunları oynanır. Akşam olunca herkes davetli olduğu eve giderek akşam yemeğini yer ve isteyen tekrar düğün evinde eğlenmeye gider. İsteyen konakladığı evde istirahat eder.
Sabahleyin kız tarafı gelini hazırlarken bir yandan da kızın çeyizleri genişçe bir odada cemaatin önünde açılıp sayım dökümü yapılır. Bu arada bilir kişilere sorularak eşyaya değer biçilir ve bir tutanakla karşılıklı imza altına alınır. Ancak eşyanın değeri genelde normalin hayli üzerinde fiyatlarla yazılır. Bunun amacı ileride eşler arasında bir huzursuzluk ya da ayrılma durumunda gelinin kendi eşyasını alabilmesidir. Bu bir bakıma bir çeşit sosyal güvence olarak kabul edilmektedir.
Daha sonra hazırlıklar tamamlanır ve davul-zurna ekibi gelin çıkarma havasını çalmaya başlar ve bir yandan atlar hazırlanarak gelin beklenir. Tam bu sırada gelinin kardeşi ya da bir yakını gelin için hazırlanan ata binerek bahşiş ister. Bahşişini almadan attan inmez. Daha sonra gelin geleneksel giysileri içerisinde ata bindirilir. Adetlere göre gelinin bindiği atla, arkadan gelen yengenin atı arasından uğursuzluk sayıldığından kimsenin geçmemesi sağlanır. Bunun için güvenilir bir kişiye atın kuyruğu tutturularak yol boyunca yürütülür.
Erkek tarafına gelindiğinde gelinin atı bir köy damının altında bekletilir. Damat, sağdıcı ile birlikte evin damına çıkar ve elindeki elmayı gelinin başına atar. Yanında harmanlayıp götürdüğü şeker, buğday, bozuk para gibi karışımı aşağıda bekleyen topluluğun üzerine serpiştirir. Bolluk, bereket ve mutluluk getirmesi dileği ile atılan yiyecek ve paraları kapmak için çocuklar birbirleriyle yarışarak toplamaya çalışırlar. Nihayet damat damdan indikten sonra köyün gençleri tarafından espri olsun diye bazen sulanır, bazen de tekme tokatla gerdeğe gönderilir. Ertesi gün gelinin evinde duvak açılır ve hanımlar yüz görümlüğüne giderler. Böylece evlilik süreci tamamlanır.

Tarihi Dokular


Mazgirt Kalesi

Mazgirt ilçe merkezinin kuzeyinde, ilçeye hakim bir tepe üzerinde kurulmuştur. Büyük ölçüde yıkılmış olan kale surlarının büyük bir kısmı hala ayaktadır. Kalenin yapım tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Kaleye bir mağara yoluyla gidilmekte olup mağaranın önünde kırk basamaklı bir merdiven vardır. Kalenin en yüksek yerinde bir köşk ve yel değirmeni olduğu sanılan kalıntılar bulunmaktadır.


Çemişgezek Kalesi

Çemişgezek ilçe merkezinin batısında Tahar Çayı kenarında bir tepe üzerinde yapılan kalenin bir duvarından küçük bir kısım günümüze kadar kalmıştır. Kesme ve moloz taştan yapılan kalenin ne zaman inşa edildiği bilinmemektedir. 

Kale Köyü Kalesi

Mazgirt ilçe merkezinin doğusunda, ilçeye 20 Km. uzaklıkta olan Kale Köyünde bir tepe üzerine kurulmuştur. Kaleye büyük bir bölümü aşınmış merdivenlerle çıkılmaktadır. Kalenin giriş kapısının yanında bulunan çivi yazılarının büyük kısmı halen durmaktadır. Kalenin giriş kapısı ve iç bölümleri kayalar oyularak inşa edilmiştir. Kalenin içinde büyük bir sarnıç vardır. Kalenin üzerinde bulunduğu kayanın tabanına doğru, büyük bölümü taş ve toprakla dolmuş 30-40 metre uzunluğunda bir dehliz mevcuttur. 


Bağın Kalesi

Mazgirt ilçe merkezinin doğusunda il sınırının bitişiğinde yer alan Dedebağ Köyünde bulunan Bağın Kalesi, Peri Suyunun kenarında bir tepe üzerinde kurulmuştur. Kalenin yapım tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Giriş kapısı Peri Suyuna bakan yamaçta olan kalenin surları büyük ölçüde yıkılmıştır. 


Pertek Kalesi

Pertek ilçesinin güneyinde, Murat Irmağının kıyısındaki bir tepenin üzerinde inşa edilen Pertek Kalesi, bu bölgenin Keban Baraj Gölü suları altında kalması nedeniyle bugün bir ada görünümünde kalmıştır. Osmanlılar zamanında onarım gören kalenin yapım tarihi kesin olarak bilinmemektedir. İç içi iki surdan oluşan kalede, surlar arasında yapı kalıntıları bulunmaktadır. Kalenin güney cephesindeki yontma taşların arasına kondurulmuş kırmızı sert tuğlalar ve serpiştirilmiş mavi çiniler vardır. 


Derun-i Hisar (Sağman) Kalesi 

Pertek’e bağlı Sağman Köyündeki askeri kale, yöreye hakim bir tepe üzerinde kurulmuştur. Kalenin yapım tarihi hakkında kesin bir bilgi yoktur. Evliya Çelebi’nin tariflerine göre, Diyarbakır’daki Artukoğulları sülalesinden bir Türk Beyi tarafından yaptırıldığı sanılmaktadır. Tepenin batı ve güney yamacında kale surları sağlam bir şekilde günümüze kadar kalmıştır. 



Hamam-ı Atik (Eski Hamam)  

İlçe merkezindeki çarşı içinde yer alan yapının girişindeki Türkçe ve Arapça iki yazıttan hamamın, 15. yüzyılda yapıldığı, 18. yüzyılda da onarım gördüğü anlaşılmaktadır. Çemişgezek’te uzun süre egemen olmuş Akkoyunlular döneminden kaldığı kesinlikle bilinen tek yapıdır. Kesme ve moloz taşla tuğla karışımı hamamda, orta kubbeli bölüm ile yanlarda buraya açılan beşik tonozlu mekanlardan oluşmaktadır. Köşelerde ise giriş ve ılıklığa geçişi sağlayan küçük kubbeli bölümler yer alır. Ortada beşik tonoz, yanlarda kubbeli bölümlerin oluşturduğu ılıklıktan, soyunmalıkla aynı plandaki sıcaklığa geçilir. Sıcaklığın beşik tonozlu mekanına açılan külhan, yapı boyunca uzanmaktadır. 



Hamidiye Medresesi  

Çemişgezek ilçe merkezinde bulunan Hamidiye Medresesinin kitabesindeki ifadeden Sultan II.Abdulhamit zamanında 1861-1862 yıllarında yapıldığı anlaşılmaktadır. Cumhuriyet döneminde bir süre Adliye binası olarak kullanılmıştır. Mülkiyeti bir şahsa ait olup, halen konut olarak kullanılmaktadır.

  
Tahar (Yusuf Ziya Paşa) Köprüsü 

İlçeye 3 km. uzaklıkta, Tahar Çayı üzerindeki taş köprü tek sivri kemerden oluşmaktadır. Köprünün yazıtından 1807 yılında Yusuf Ziya Paşa tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Köprünün 1856 tarihinde Diyarbakır Valisi Akif Paşa tarafından onarılmış olduğu kaynaklarda geçmektedir. 55 metre uzunluğa, 9 metre yüksekliğe ve 4.3 metre genişliğe sahip köprünün her iki tarafında 70 cm. yüksekliğinde korkuluklar yer alır. Köprünün dört işaret taşından birine kavak ağacı motifi işlenmiştir. 

 

 Aşağı Köprü

Geçmişte ilçe merkezi ile güney ova köyleri arasında ulaşımı sağlayan tarihi köprü, 1203 yılında inşa edilmiştir. Bugün ulaşım amaçlı olarak kullanılmamaktadır. 



İn Delikleri (Derviş Hücreleri)

Çemişgezek ilçe merkezinin batısında Tahar Çayı Vadisinin yukarıya doğru uzanan sarp kalker kayalarına konut amaçlı oyulmuş 20 civarında oda bulunmaktadır. İn deliklerinin kimler tarafından yapıldığı bilinmemektedir. İn Delikleri, üç kat halinde sıralı odalar ve bu odaları aydınlatan büyük pencereler ile uzun koridorlardan oluşmaktadır. Ayrıca su gereksinimini karşılamak üzere, kayaların arasından sızan suların toplandığı sarnıçlar, yukarıdaki odalara ulaşmak için kayalardan yapılan merdivenler ve galeriler bulunmaktadır. 

 

Mezar Taşları 
Tunceli’nin çeşitli kesimlerindeki eski mezarlıklarda, günümüze kadar kalan tarihi mezar taşlarında kültürel geleneklerin sürdürüldüğü görülmektedir.Yörede koyun biçimindeki mezar taşları, Akkoyunlular dönemindeki Türkmen geleneğine tanıklık etmektedir.
Tunceli yöresindeki eski mezarlar ya bir tepe üzerinde ya da köyün ya da mezranın üst tarafında yüksekçe bir yerde bulunmakta olup, mezartaşlarında geleneksel örf ve adetlerin yanı sıra dini ve mitolojik unsurları da görmek mümkündür.
Tunceli ilinde bulunan koç-koyun mezar taşları genellikle ayaktadır. Sade bir şekilde işlenmiş heykellerin bir kısmının üzerinde kılıç, bıçak, sadak, çevgan, kalkan, hançer, dokuma tezgahı, şiş, herek, çatal gibi eşyalara ait kabartma figürlerin yanı sıra çeşitli hayvan ve bitki figürleri de yaygın olarak kullanılmıştır. Bu figürler yalnız bezek olarak değil, orada yatan kişinin cinsiyeti, toplumsal konumu ve mesleğini de belirten figürlerdir. Kılıç, kalkan, at, ok, koç, tüfek, tabanca, bıçak gibi şekiller mezar sahibinin erkek olduğuna ve yiğitliğine işarettir. Kandil, terazi v.b. şekiller din adamlarına; iğne, sap, küskü, el gibi figürler ise kadınlara aittir. İbrik ve tepsi gibi figürler cömertliğin ifadesidir. Bazı mezarlarda görülen Zülfikar (Hz. Ali’nin Kılıcı), güneş kursu gibi şekiller de orada yatan kişinin alevi inançlı olduğuna işarettir.
Pülümür ilçesine bağlı Sağlamtaş Köyü mezarlığında 11 adet koç heykeli bulunmaktadır. Yapılan araştırmalarda bu mezar taşlarının 250-300 yıl önce yapıldığı anlaşılmıştır. Kayalardan oyularak tek parça halinde yapılan ve 200 ile 300 kg. arasında değişik ağırlığa olan bu heykeller mezarın yan tarafına konulmuştur. Mezar taşlarının tamamı tescilsizdir.
  

23 Mayıs 2014 Cuma

Dersim Yemekleri

Zerefet ( Babıko , Pargaç )

Picture
Yapılışı;
Pişirilmiş ekmeğin üstü yuvarlak daire gibi bıçakla kesilir. İçi iyice boşaltılır.. Boşlukta çıkarılan pişmiş ekmek, elle ufaltılır; Ayrı bir kaba konulur. Sonra ufaltılan ekmek tekrar çıkarıldığı gömbe'nin içine konur. İsteğe göre sarmısaklı veya sarmısaksız ayran, kaşık ile ufaltılan ekmeğin üstüne ilave edilir. Son olarak eritilmiş terayağı da üstüne ilave edildikten sonra yenmeye hazır hale gelmiş olur.

Şir ( Şire kut )

Picture
Yapılışı;
Şir için hazırlanan hamur kıvamına geldikten sonra yuvarlak bir hale getirilerek, metal sacın altina yerlestirilir. Sac, hamurun üstüne konulur. Sıcak kül ve ateş, metal sacın üstüne serpiştirilir. Hamurun piştiği tahmin edildikten sonra sacdan çıkarılır. Ağaç kütüğünden yapılmış,topike (yoksa bildigimiz tencereye) konur. Aletin içine ekmek parça parça edilerek konulur.
Yoğurt veya sarmısaklı ayran azar azar topikenin içine aktarılır. Yine metal olan ostom ile dövülerek hamur haline getirilir. Metal olan sini’nin (Büyük tabak) içine aktarilir. Tahta veya metal kaşık ile etrafını düzelttikten sonra tam ortasında çukur açılır. Eritilmiş tereyağı, bu çukura doldurulur. Bu işlemlerden sonra afiyetle yenmek üzere servis edilir.

Xesıla ( Hasıl )

Picture
Yapılışı;
Hasıl yemeği bulgur, un, tereyağı ve ayrandan yapılan bir yemektir. Sıcak suyun içerisinde bulgur iyice kaynadıktan sonra kıvamına gelene kadar azar azar un eklenir. Hasıl kıvamını bulunca bir tavada eritilmiş olan tere yağı hasılın ortasında açılmış havuzun içine boşaltılır.Son olarak hasılın çevresine ayran dökülür ve afiyetle yenir. İsteğe göre çeşitli baharatlarda eklenebilir.

Bızıke Dorakın ( Patila )

Picture
Yapılışı;
Evde yapılmış hamurun içine tulum peyniri (veya çökelek) soğandan yapılmış iç eklenir. Hamura iç ekledikten sonra diğer tarafı kapatılır; köyde sacın üstünde, şehirde ise sac kullanılmadığı için üstü açık elektirikli fırınlarda pişirilir. Piştikten sonra patila sıcakken içine tere yağı konur ve servise hazır hale gelir.

Tutmaç ( Pastıkan ) Çorbası

Picture
Yapılışı;
Tarifi ve yapılışı halk arasında bilinen isimleriyle Yayla Çorbası veya Ayranlı Çorba gibidir. Fakat Tutmaç Çorbası'nı yayla çorbasından farklı kılan yanı Ayranlı Çorbadaki gibi Ayrandan yapılmıyor olmasıdır. Tutmaç Çorbası'nın ana ve en önemli malzemesi yöresel adıyla Pastıkan Peyniridir. Yörede üretilen bu peynirle yapılır. Tarifi Yayla Çorbası gibidir fakat tek fark ayran yerine Pastıkan kullanılıyor olmasıdır.
İsteğe göre döğme veya ev erişitesiyle yapılabilir. Yörede çok yapılıp tüketilen lezzetli bir çorbadır.

Şire Sac ( Şire Seri )

Picture
Yapılışı;
Şire Sac mantık olarak zerefet gibi yapılır. Tek fark könbe (Pişmiş yuvarlak ekmek) yerine ince köy ekmeğinden (Lavaş, Yufka) yapılır. Köy ekmeği yuvarlak daireler şeklinde sarılır. Sarılan köy ekmekeri fırında veya kuzuneli sobada ısıtılarak üzerine kızgın tereyağı ile ayran ilave edilerek servis edilir.

Munzur (Ovacık) Gözeleri

Ovacık Gözeleri, Tunceli kent merkezine 80 Km., Ovacık ilçe merkezine 17 Km. uzaklıkta yer almaktadır. Munzur Dağlarının eteklerinden yaklaşık 200-300 metrelik alanda, karstik kaynaktan irili ufaklı 40 göz halinde fışkıran beyaz köpüklü buz gibi sular, yamaçlardan aşağılara doğru küçük şelaleler oluşturarak akmakta ve Munzur Suyunun oluşturmaktadır. Karstik kayaların, gözelerin ve Munzur Suyunun bir arada oluşturduğu doğal çevre eşine ender rastlanan özellikleri ve görsel değerleriyle il ve bölge ölçeğinde önemli bir rekreasyon ve turizm odağı olma potansiyeli taşımaktadır.



Munzur Gözelerinin 20 hektarlık kısmı, 1963 yılında Orman İçi Dinlenme Yeri olarak ayrılmıştır. Yöre halkının en yoğun kullandığı mesire yerlerinden biridir. Munzur Gözeleri, sularından çıkarılan lezzetli alabalıklarıyla ünlüdür. Ancak yerel olanaklarla yapılmış birkaç beton masa, oturaklar, çocuk oyun alanı ile bir lokantadan başka herhangi bir tesis yoktur. Munzur Gözelerinin kuzey kesiminde bulunan ağaçlandırma alanına 2000 yılında çam, ladin, huş ve akasya fidanları dikilmiştir.



Gözeler ile Munzur Suyu arasında kalan kısımlarda yürütülen çevre düzenleme çalışmaları kapsamında beton setler, küçük havuzlar, yürüme yolları, oturma mekanları ve köprüler yapılmıştır.


Sportif Etkinlikler

Tunceli, spor etkinliklerinin en az geliştiği illerden biridir. Sportif faaliyetler 1950 yılından itibaren okullarda yaygınlaşmaya başlamıştır. Futbol, voleybol daha sonra basketbol ve boks yaygınlaşmıştır.İlin tek spor salonu Kalan Lisesi Spor Salonu iken, 1978'den sonra Atatürk Lisesi Spor Salonu, daha sonra gençlik ve spor il müdürlüğü bünyesinde merkez Atatürk mahallesinde kapalı spor salonu, halı saha ve tenis kordu açilmıştır.İlde okulararası Atletizm, Futbol, Voleybol, Basketbol ve Masa Tenisi yarışmaları düzenlenmekte ve ilgi görmektedir. Valilik, Milli Eğitim ve Gençlik Spor İl Müdürlüğünün yoğun faaliyetler sonucu ilde spora olan ilgi artmış ve tesislerin yapılması ile gençliğin spora olan ilgisinin daha da artacağı tahmin edilmektedir.Ovacık Vadisi kayakçılık için elverişli bir araziye sahiptir.1984 yilında Doğu Bölgesi kayak yarışmaları burada düzenlenmiştir. Zamanla bu yöre büyük kayak merkezi olabilir niteliktedir.İlçede 1985 yılında küçük bir kayak tesisi yapılmış, ve ayni yıl kayak çalışmalarının yeni başlamasına rağmen bir Türkiye birinciliği alınmıştır.

Rafting: Tunceli sınırları içerisinde akıp giden Munzur , Pülümür ve Peri suları gerek debileri, gerekse akış hızları itibari ile rafting (kano) sporu yapmaya oldukça elverişli sulardır.



Rafting için Munzur nehrinin azgın dalgaları size mükemmel fırsatlar sunmaktadır. Daha önce gerçekleşen etkinlikte Tunceli Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü ile Erzincan Munzur Fırat Doğa Sporları Derneği koordinesiyle Munzur Nehri'nin azgın dalgaları arasında heyecanlı anlar yaşadılar. Etkinlik, Tunceli Ovacık karayolunun 20. kilometresinde başlatıldı. Tunceli Cumhuriyet Başsavcısı Zekeriya Bayazıt'ın yanı sıra 18 sporcunun katıldığı rafting etkinliği öncesi sporculara nasıl hareket etmeleri gerektiği konusunda bilgiler verildi. İki botla düzenlenen ve zaman zaman azgın dalgalar arasında zor anlar yaşayan sporcular, raftingi 2 saat sonra Tunceli merkezde bulunan Yeşil köprü civarında tamamladılar.

Doğa Yürüyüşü: Ovacık ilçesinin kuzeyindeki Munzur sıra dağları ile ilçenin güneyindeki meşelik tepeler, İlin kuzeydoğusunu kaplayan ve yüksekliği 3292 metreye varan Karasu- Aras dağları ile Bağırpaşa dağları dağcılık ve doğa yürüyüşü sporlarına olduğu kadar kayak için de uygundur.


4 Mayıs 2014 Pazar

Dersim Soykırımı

"Köyleri tahrip etmek lüzumlu görülmüştür"

Dersim kırımı için 4 Mayıs 1937'de Bakanlar Kurulu olarak toplandılar ve "1937 Yılında Yapılan Tunceli Tenkil Harekatına Dair Bakanlar Kurulu Kararı"nı aldılar. "Gayet Gizlidir" ibareli yarım sayfadan oluşan kısacık karar ile bir halkın geleceğini belirlediler. Kararın en önemli cümlesi şu idi:

"Sadece taarruz hareketiyle ilerlemekle iktifa ettikçe isyan ocakları daimi olarak yerinde bırakılmış olur. Bunun içindir ki, silah kullanmış olanları ve kullananları yerinde ve sonuna kadar zarar vermeyecek hale getirmek, köyleri kamilen tahrip etmek ve aileleri uzaklaştırmak lüzumlu görülmüştür."
KATLİAMA KATILANLAR 
ANLATIYOR
'Tek emir vardı: İmha edin!'

SABİHA GÖKÇEN (Dersim Savaşı’nda Pilot )
"Eskişehir’de Tayyare Alayı’nda staj gördüğüm günlerden birinde uçuştan indiğimde bölükteki fevkaladelik dikkatimi çekti. Hemen sordum. Bizim bölüğün Dersim Harekatı’na katılma emrinin geldiğini söylediler. Kalbim küt küt atmaya başlamıştı. Derhal bölük kumandanımıza koştum. (…) O da alay komutanına gönderdi. (…) Özel müsade lazımdı. (…) Hemen Çankaya’ya koştum. ******* beni karşısında görünce, önce hayret etti. Arzumu anlamıştı. Daha doğrusu kendisine isteğim iletilmişti. Bu bakımdan ben daha birşey söylemeden ******* konuşmaya başladı. (…) “Bak Gökçen, seni çok takdir ederim. Orada da görevini başaracağına inancım tam. Ancak çarpışacağın insanların eline düşersen, sana fena muamele etmelerinden korkarım. Buna çok üzüleceğimi bilirsin.” Ben, ‘Emin olunuz, kendimi onlara diri diri teslim etmem’ dedim. (…) Hedef doğrudan Dersim’di. (…) 37 sonralarına doğru Pertek bölgesinde bir köprü yapılmıştı. ******* onun açılışı dolayısıyla gelmişti. Arazide geziler yapıyordu, ben gösteriyordum burası şudur, burası budur diye…”

MUHSİN BATUR (Emekli General):

"Günlerden bir gün emir geldi, tren yoluyla Elazığ’a vardık, oradan da ilk durak Pertek olmak üzere harekete geçtik. İki aya yakın Dersim’de görev yaptım. Okuyucularımdan özür diliyorum ve yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum.” (Muhsin Batur; Anılar, Görüşler, Üç Dönemin Perde Arsası, s. 25)

A. DEMİRTAŞ (Dersim Savaşı’nda Er, Karslı):

"Köylüleri topluyorduk bir araya, ‘Sizleri kurtaracağız’ uygun gördüğümüz yerlere götürüp makineli tüfeklerle tarıyorduk. Kadın, bebe, ihtiyar, genç demeden hepsini öldürüyorduk. Subaylar ‘Hiçbir Alevi’yi sağ koymayın öldürün’ diyorlardı. Daha sonra cesetlerin başına erler kurtlar gibi üşüşüyorlardı, kollarını sıvazlayıp altınları kapmak için hırsla bir yarış başlıyordu. kolları parçalayarak, keserek altınlar kapışılıyordu. Hatta altın dişler bile sökülüyordu. Velhasıl bu tür şeyler yapıldı. Bugün Kars’ta Dersim zenginleri var. Bunların zenginlikleri oradan kalma. Bir gün 4-5 yaşlarında bir çocuğu komutan bana göstererek ‘öldür’ dedi. ‘Ben yapmam’ deyince yüzbaşı rütbesindeki komutanım çocuğu ayağından tuttu, güçlü kuvvetli elleriyle yanı başındaki taşlara başı gelecek şekilde kaldırıp, kaldırıp vurmaya başladı. O an hafızamı kaybetmişim. Hava değişimi verdiler. Bir daha Dersim’e yollamadılar. Çünkü her şey bitmişti.

HULUSİ YAHYAGİL (Dersim Savaşı’nda Albay):

"1938’de bizi Dersim isyanın önlenmeye ve bastırmaya memur etmişlerdi. İsyan dedikleri şey de bazı dağ köyleri o yıl vergi vermemişti. Bize verilen emir ise tek kelime idi: ‘İmha’. Vergi vermedikleri için yok etmek. Bu düşünceyi, bu uygulamayı kim yapabilir? Zorbalar insanlık suçunu işleyenler. Elbette vergi işin bir yönü; gerçek neden Dersim’i Türk’leştirmekti. Ben kıta komutanıydım, bize verilen emir ‘Canlı hiçbir şey bırakmayın’ şeklindeydi.”

SECAETTİN (Dersim Direnişi’nde Rütbeli Asker. Musa Anter askerliğini yaparken Anter’in Bölük Komutanı. Anter’e anlatıyor.):

"Dersim’de temizlik harekatına başlamıştık. Bir mağarada bir aile bulduk. Dede, baba, anne ve 5-6 yaşlarında bir çocuk. Büyükleri orada süngüleyerek temizledik. Çocuğun ağzınladan bir şey alırız diye öldürmedik. Çünkü biz Dersimli yetişkinlerin ağzından bir şey alamıyorduk. Onları hemen kesiyorduk. Çocuk korkmasın diye anasını, babasını ve dedesini keserken onu uzaklaştırdık. Çocukla dost olmaya çalışıyorduk. Yemek verdik, şeker verdik, yemiyordu. Bir ara üzerimizden bir uçağımız geçti. O, tuttuğumuz ve kasılı vaziyette bulunan çocuk hemen gerildi, bir sopa aldı ve tıpkı bir tüfek gibi uçağımıza nişan aldı. Bu hareketine oldukça kızmıştım. ‘Temizleyin bu küfür***i’ diye emir verdim. Askerler süngülediler ve kayalıktan aşağı attılar.”
İnönü Hozat'ta



Daha fazla fotoğraf için: http://goo.gl/pNhuVj
Ek bilgi: http://www.dersimsoykirimi.org/m-bekaroglu.htm
Atatürk'ün türkiye büyük millet meclisinin v. dönem
4. yasama yılını açış konuşmaları:

1 kasım 1938
Millet Meclisi Tutanak Dergisi d. v, c. 27, sa. 3

Not : Bu konuşma Atatürk'ün rahatsızlığı dolayısıyla başbakan Celal Bayar tarafından okunmuştur.
Anayasamızın 36 ncı maddesi hükümlerine uyarak cumhurbaşkaınmız Atatürk'ten aldığım emir üzerine bu yıla ait nutuklarını okuyorum. (alkışlar)
Sayın milletvekilleri, hepinizi sevgi ve saygı ile selamlarım...
Geçen yıl aziz kamutay arkadaşlarıma ulus ve ülke için ne gibi verimli işler başarmak istediğimizi açıklamıştım. Bu gün de bunlardan hangilerinin bu yıl içinde yapıldığını bildirmek isterim.
Sayın arkadaşlarım, her şeyden önce size kıvançla arz edeyim ki ulus ve ülke geçen yılı tam bir huzur ve sükün içinde yükselme ve kalkınma çalışmaları ile geçirmiştir.
Uzun yıllardan beri süregelen ve zaman zaman gergin bir şekil alan tunceli'ndeki toplu haydutluk olayları belli bir program içindeki çalışmalar sonucu kısa bir sürede ortadan kaldırılmış, bölgede bu gibi olaylar bir daha tekrarlanmamak üzere tarihe aktarılmıştır.(bravo sesleri) 
Kaynak: http://tr.wikisource.org/wiki/TBMM_5.D%C3%B6nem_4.Yasama_Y%C4%B1l%C4%B1_A%C3%A7%C4%B1l%C4%B1%C5%9F_Konu%C5%9Fmas%C4%B1_1_Kas%C4%B1m_1938 
 1938 yılında ailesiyle beraber sürgün edilen ve bir daha memleketine dönemeyen ünlü şair Cemal Süreya’nın heykeli, memleketi Pülümür’e dikildi.

"bizi bir kamyona doldurdular.
tüfekli iki erin nezaretinde. 
sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular. 
günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar. 
tarih öncesi köpekler havlıyordu. 
aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk,
o havlamalar, polisler. 
duyarlığım biraz da o çocukluk izlenimleriyle besleniyor belki. 
annem sürgünde öldü, babam sürgünde öldü"

cemal süreya

İlk Cumhuriyet Hükümeti 
tarafından çıkarılan “Tunceli Kanunu”ndaki amaç Dersim’i adım adım tam egemenlik 
altına almaktı. Bunun için de “İç Dersim” olarak adlandırdıkları, direnişlerin merkezi olan bugünkü Tunceli il sınırlarının dahiline çok sayıda karakol yapmaya başlandı. İlk inşaatlar Sin, Amutka, Denzik, Haydaran bölgelerinde başladı.


Seyit Rıza ve Alişer karakol yapımlarına ilk karşı çıkan liderlerdi. Bu karşı çıkış Haydaran, Kureyşan, Yusufhan ve Demanan aşiretleri başta olmak üzere pek çok aşiretin toplanmasına neden oldu. İlk toplantıya katılım oldukça yüksekti. Ancak yaşanan tartışmalarda bazı aşiret liderleri ikir birliğine varamadı ve toplantıdan tam bir birliktelik 
çıkmadı.

Karakolların yapımıyla birlikte kapsamlı bir saldırı yapılacağını sezen Dersim aşiretleri birlikte savaş arayışlarını sürdürürken, Başbakan İsmet İnönü o sırada Meclis’te Şark Seyahati Raporu’nu okuyarak orta kademe generallerden Kazım Orbay ile Abdullah Alpdoğan’ı Dersim’i gezerek inceleme yapmakla görevlendirdi.

Orbay ve Alpdoğan 1936 yılında bu görevi yerine getirirken Mustafa Kemal Meclis’in açılışında şunları söylüyordu:

"Dahili iç işlerimizde mühim bir safha varsa o da Dersim meselesidir. Dahilde bulunan iş bu yarayı, bu korkunç çıbanı ortadan temizleyip koparmak ve kökünden kesmek işi her ne pahasına olursa olsun yapılmalı ve bu hususta en acil kararların alınması için hükümete tam ve geniş selahiyetler verilmelidir.”

Alpdoğan ve Orbay’ın incelemelerinin de sonucuna bakılarak bu konuşmadan bir süre sonra Dersim için en kritik karar verildi: “Korgeneral Abdullah Alpdoğan, sınırsız yetkilerle donatılarak Dersim’in ıslahı için tayin edilmiştir.”

Alpdoğan Elazığ’da…

Alpdoğan Elazığ’a varır varmaz Dersimli Askeri Kaymakam Emekli Hıdır ile Palulu Abdurrahman’ı aşiretler arası görüşme girişimlerinde kullandı. Bu girişimlerden birinde Seyit Rıza, Elazığ’da Abdullah Alpdoğan’la görüştü. Seyit Rıza bu görüşmeden sonra Nuri Dersimi’ye Türk ordularının Dersim’le başa çıkamayacağını, fakat her ihtimale karşı 
kendisinin bir an önce Türkiye dışına çıkarak durumu büyük ve adil devletlere bildirmesini istedi. (Nuri Dersimi, Kürdistan Tarihinde Dersim, s. 263).

Alpdoğan bu arada Seyit Rıza’nın yeğeni Rayber’in varlığından haberdar olmuş ve Binbaşı Şevket’i Dersim’e göndererek Rayber’i görüşmeye çağırmıştı. Alişer bu görüşmeye karşı çıktı. Ancak Rayber, Alpdoğan’la görüştü. Alpdoğan bu görüşmede Rayber’e bir çok vaatte bulundu ve hemen orada bir miktar para verdi. Karşılığında istediğiyse amcası Seyit Rıza’ya karşı cephe almasıydı. Rayber bunu kabul etti.

Ve amansız savaş başladı

1937’nin ilkbaharıydı. İlk saldırı, savaş uçakları eşliğinde silahsız bölgelere yapıldı. Ardından Yusufhan aşireti üzerinde yoğunlaştı. Saldırılarda siviller katlediliyor, kadınlara tecavüz ediliyordu. Yusafhan katliamına ilk müdahaleyi Fındık Ağa yaptı ve Türk birliklerini önemli ölçüde geriletti. Bu arada Mazgirt bölgesinde çatışmalar başlamıştı. Savaşa kısa sürede Baytiyar, Abasan, Corin, Karabal, Haydaran, Demanan aşiretleri de dahil oldu. Devlet bunun üzerine Erzurum ve Erzincan kolordularını bölgeye sevketti, Diyarbakır’dan 7. Kolordu 
Uçak Karargahı’nı Elazığ’da konuşlandırdı ve Batı illerinde seferberlik ilan etti. Bu arada Dersimliler bir Türk tankını imha etmişlerdi.

Savaşın ağırlık merkezi Seyit Rıza üzerindeydi. Ancak Nuri Dersimi’nin anlattığına göre, savaş planlarını Alişer yapıyordu. Bu nedenle Alpdoğan’ın asıl hedefi öncelikle Alişer’i imha etmekti. Alpdoğan bunun için, bir süre önce satın aldığı Rayber’i görevlendirdi. Rayber on beş gün içinde savaşa katılıp bazı aşiretlerin güvenini kazanmakla birlikte Alişer’in de güvenini kazandı.

Alişer ile Zarife’yi öldürdü.

Seyit Rıza’nın karargahı Halvori-Vank bölgesinde, Alişer’in ise Ağdat’ta Tujik Dağı eteğindeydi, ailesi de yanındaydı. Rayber sık sık Alişer’le görüşüyordu ve Seyit Rıza’nın bütün planlarını biliyordu. Bu planlardan biri de, daha fazla kan dökülmemesi için Alişer’in Rusya, İran veya Irak’a iltica ederek Fransa ve İngiltere hükümetlerinin aracılık etmesini sağlamaktı. Rayber, Alişer’in savaş bölgesinden ayrılmasından bir gün önce sekiz arkadaşıyla birlikte Alişer’e misafir oldu. Ve o gün, takvimler 9 Temmuz 1937’yi gösterirken, Rayber, 75 yaşındaki Alişer ile eşi Zarife’yi öldürüp başlarını keserek Türk ordusuna teslim etti… Ki yiğit bir savaşçıydı Zarife… Alişer ile Zarife’nin katledilmesi hem Seyit Rıza’yı hem de diğer aşiretleri derinden etkiledi. Bu durum, Türk birliklerine karşı daha derin tepkilerin gelişmesine ve bazı birlikte hareketlere neden oldu. (Nuri Dersim, Kürdistan Tarihinde Dersim, s. 269).

Türk askeri birlikleri Dersim’i kuşatmıştı, ormanlar ateşe verilmiş, yangınlar büyümüş, Seyit Rıza dara düşmüştü. Kureyşan aşireti ile Bahtiyar aşireti Seyit Rıza’nın yardımına ilk koşanlardı. Savaşı artık Bahtiyar Aşireti Lideri Şahin Ağa yönetiyordu. Savaş bütün şiddetiyle devam ediyordu. Bahtiyar ve Kureyşan aşiretlerinin kadınları ve kızları tecavüze uğramamak için kendilerini uçurumlardan aşağıya, Munzur ve Harçik sularının “kurtarıcı 
derinlikleri”ne bırakıyorlardı.

Türk birliklerinin havadan ve karadan saldırısı, Seyit Rıza’nın bulunduğu Laçinan Deresi’nde yoğunlaştı. Günlerce süren bu saldırıda Seyit Rıza sağ kurtuldu; ancak tüm direnişe rağmen ailesi ve yoldaşlarından 33 kişi katledildi.

Devletin Dersim’i tamamen yok etme politikasını gören aşiretler bir toplantı yaptı. Toplantıda Yusufhan, Demenan, Haydaran, Şıx Hesenan, Kalan, Karakoçan, Kewan, Lolan, Keçelan, Qozan, Bahtiyar aşiretleri birliktelik kararıyla çıktılar. Seyit Rıza’ya yakınlığıyla bilinen 
Kureyşan ise devletin yanında yer aldı. Halvori-Vank arasında yapılan bu toplantıda liderler kutsal Munzur Suyu’na birer taş atarak birlikte direniş yemini ettiler ve savaşa topyekün devam kararı aldılar.

Şahin Ağa’ya ihanet sona gidişti…

Bu karardan sonra aşiretler kendi cephelerinde topyekün savaşa girdiler. Savaşın stratejik noktalarından biri Hozat bölgesiydi. Hozat’ı Bahtiyar Aşireti Lideri Şahin Ağa öncülüğündeki birlikler savunuyordu. Devlet güçlerine karşı sürdürülen güçlü savunma sürecinde Yusufhan aşireti karar değiştirerek devletin yanında yer aldı. Bu, diğer aşiretler arasında moral 
bozukluğuna neden olsa da, Dersim’i asıl yenilgiye uğratan sürecin son başlangıcı Şahin Ağa’nın “süt kardeş” ihanetine uğraması oldu.

Tarih 9Ağustos 1937’ydi. Şahin Ağa savaşın yorgunluğunu atmak için bir söğüdün 
gölgesine uzanmıştı. Uykusu derindi. Uykusunun derinliğini, sürekli yanında olan süt kardeşi Lılo Hıdır iyi biliyordu: Şahin Ağa uykusunun en derin yerinde dişlerini gıcırdatırdı. O sırada da öyle yaptı. Korgeneral Alpdoğan tarafından satın alınmış olan Lılo Hıdır, Şahin Ağa dişlerini gıcırdatınca derin uykuda olduğunu anladı ve silahını Ağa’nın şakağına dayayarak ateş etti. Ardından başını keserek Hozat’a götürüp Türk askeri kuvvetlerine teslim etti.

Seyit Rıza’nın, Alişer’den sonra en güvendiği lider olan Şahin Ağa da ihanetle katledilince Dersim’in özgürlüğünü savunması giderek zayıflıyordu. Ancak aşiretlerden çoğu herşeye rağmen direniyor, savaşıyor ve devlet kuvvetlerine önemli zaiyatlar veriliyordu. Seyit Rıza bu yoğun çatışmalar içinde yeni cepheler açma, direniş dışı kalan aşiretleri savaşa katma planları yaparken, Erzincan’dan beklenmedik bir elçi geldi. Elçiyi Erzincan Valisi bizzat 
göndermişti ve elinde bir mektup vardı. Vali mektupta şöyle diyordu:

"Eğer bana yetişirsen, senin can güvenliğinisağlayacağıma ve şartlarını görüşebileceğime inanmanı isterim”. Hayli uzun olan ve güvenlik teminatı içeren mektuptaki barış görüşmeleri davetini dikkate alan Dersim Direniş Kuvvetleri Kumandanı Seyit Rıza yoldaşlarıyla birlikte Munzur Dağları’nı aşıp 5 Eylül 1937 günü Erzincan’a ulaştı.
 
1938 - Gençleri askere almak üzere 2 Ocak’ta Dersim’de bulunan jandarma müfrezesi imha edildi, Mercan karakolu basıldı.

1938 - Türk ordusu ilkbaharla birlikte Dersim’e yeni ve kapsamlı bir harekat başlattı.. Ağır top, uçak ve tank eşliğinde girilen Dersim’de binlerce insan kurşunlarla

öldürüldü, binlercesi de evlere doldurularak yakıldı.

1938 - Ağustos ayına kadar süren katliamdan arta kalanlar batı illerine sürgün edildi.

1948 - Dersim sürgünleri, bu yıl ilan edilen bir aftan yararlanarak yurtlarına, Dersim’e geri döndü.
Osmanlı'da "ateş kuyuları"; "Kuyucu Murat Paşalar" ve "Yavuz'un keskin kılıcı" ile dahi çözülemeyen Dersim sorunu kan ile bir kere daha çözülmek istendi. 1938 trajedisi, geride sadece ölü ve yaralılar ve sürgünler değil; Cumhuriyet'e güveni erken bitmiş ve öfkesi artmış bir halk bıraktı.  
"Sivas'ta göz göre göre yine biz yakıldık. Maraş'a ölümü giydiren caniler, Dersim katliamından cesaret aldılar. Malatya'da, 
Çorum'da yakılan çarşı, yıkılan evler ve öldürülen yine bizdik. Roboski çığlığı, duyulmayan Dersim'dir. Acılarımıza bile 
tahammül edemiyorlar, durmadan yeni acılarla korkuları besliyorlar" 
"Dersim, Maraş, Koçgiri unutulmaz hiçbiri!"